==>g.Balkan Tarihi
Tarih [değiştir]Balkanlar, Cilalı Taş Devri’nde Avrupa genelinden önce çiftçiliğin geliştiği bir bölgedir. Burada gelişen çiftçilik faaliyetleri kuzeye ve Orta Avrupa’ya geçmiştir.
Bölge, coğrafi konumu gereği birçok açıdan ikiliğin bulunduğu bir yer olmuştur. Tarihte Latin dünyası ile Grek dünyası arasında, sonraları ikiye ayrılan Roma kültüründe Katoliklik ile Ortodoksluk arasında paylaşılmıştır. Bu devirden sonra bölgeye eklemlenen Müslümanlık da, Balkanlar’daki çok renkliliği şekillendirmiştir.
Tarih boyunca Avrupa'nın hiçbir bölgesi Balkanlar kadar saldırı, istila ve işgale uğramamıştır. Uzun tarihi boyunca sık sık, özellikle kuzeyden ve doğudan gelen değişik orduların saldırısına uğrayıp ele geçirilen bölge, küçüklü büyüklü birçok ulusun yaşam alanı olmuştur. Balkanlar, Persler, Makedonlar, Romalılar, Bizanslılar, Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Sırplar, Türkler, Avusturyalılar ve daha başka uluslar tarafından uzun yıllar boyunca yönetildi. Balkanlar'ın yerli halkı olan bazı topluluklar, kısa süreli dönemler hariç tarih boyunca hep başka milletlerin idaresi altında yaşamışlardır.
Eski Çağ [değiştir]
Bölge, Milattan önce III-II. yüzyıllarda Romalıların egemenliğine geçmiştir. İmparator I. Theodosius’un (346-395) ölümünde önce, devletin topraklarını iki oğlu arasında paylaştırması üzerine Balkanlar da ikiye bölünmüştür. Kuzeybatı kısmı (bugünkü Hırvatistan ve Slovenya toprakları) Batı Roma; gerisi Doğu Roma İmparatorluğu sınırlarında kalmıştır.[42]
Hunlar, MS. 380 yılından itibaren Balkanlar’a egemenlik kurmuşlardır. Bölgenin büyük bir kısmında hâkim olan Hunlar, Slavlardan daha önemlidir.[42]
V. ve VI. yüzyıllarda, çeşitli lehçeleri konuşan Slavlar birçok grup hâlinde Balkanlar’ın geniş arazilerine hâkim olmuşlardır.[42]
Orta Çağ ve Sonu [değiştir]
Eski devirlerde, bölgede kurulan güçlü bir devlet, dışarıdan gelen daha güçlü bir devletin saldırısı sonucu yıkılmış, bölgeyi egemenliği altına alan bu yeni devletin de, bölgedeki egemenliği uzun süreli olmamış ve dışarıdan gelen, kendisinden daha güçlü bir başka devletin saldırısı sonucu aynı akıbete uğramıştır.
Özellikle 1071 yılındaki Malazgirt Savaşı'ndan itibaren Müslüman Türkler Anadolu'ya, ileriki yıllarda Anadolu'dan Balkanlar’a akın etmiştir; ancak İslamiyet'ten önce de Anadolu ve Balkanlar’da Türkler vardır.[43]
10. yüzyılda bölgenin büyük bir kısmını ele geçiren Büyük Bulgar İmparatorluğu, 1014 yılında "Bulgar Kasabı" olarak bilinen Bizans İmparatoru II. Basileios tarafından yıkıldıktan sonra, bölgeye yerleşen Bizans İmparatorluğu, 14. yüzyılda, Stefan Duşan (1331-1355) dönemindeki Sırp saldırıları sonucu aynı akıbete uğramıştır. Belgrad'dan Atina'ya kadar geniş bir alana yayılarak bölgede Doğu Roma’nın (Bizans) yerini alan kudretli Sırp İmparatorluğu ise; 14. yüzyılda doğudan gelen Osmanlı İmparatorluğu’nun saldırıları sonucu ortadan kaldırıldı. Ortaçağ’ın son kısımları Doğu Roma Devleti, Sırp Krallığı ve Bulgar Krallığı’nın çekişmesine sahne olmuştur. Bu üç devlet yapılanmasının dışında bölgede bulunan diğer halklar (çeşitli Türk boyları, Slav grupları vb.), bu devletlerin egemenlikleri altında kalmışlardır.[kaynak belirtilmeli]
Osmanlı Dönemi [değiştir]
14. yüzyıl ortalarında Türklerin Çimpe Kalesi’ni alarak Rumeli'ye geçişi Balkanlar'ın tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Osmanlılar, Balkan Yarımadası'na ayak bastıklarında bölgede, kendilerine karşı gelebilecek ne güçlü bir siyasi birlik ne de güçlü bir devlet bulunmaktaydı. O dönem Balkanlar'ın güçlü devletlerinden olan Sırp İmparatorluğu, Osmanlıların askerî gücüne dayanamayarak 15. yüzyıl ortalarında çöktü.
Osmanlı Türklerinin, Trakya'ya ayak bastıktan sonra, 1361'de Edirne'yi ve 1363’te de Filibe'yi alarak bölgede ilerlemeye başlaması, aralarında çeşitli dinî, siyasi, askerî vb. sorunlar olan Balkan halklarının (Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar, Bosnalılar, Eflaklılar, Boğdanlılar, Hırvatlar, Slovenler) bu sorunlarını bir kenara bırakıp yaklaşan Türk tehlikesine karşı birleşerek savunma ve saldırılar yapmalarına sebep oldu. Bu seferlere, Balkan devletleri dışında zaman zaman, bölgenin hamiliği rolünü üstlenen Macar Krallığı doğrudan İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, Lehistan ve İskoçya gibi çeşitli Avrupa ülkeleri de bir miktar asker göndererek dolaylı yönden iştirak ettiler.
Haçlı Orduları ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 14. yüzyıl ortalarında Sırpsındığı Muharebesi (1364) ile başlayan çatışmalar I. Kosova Muharebesi (1389), Niğbolu Muharebesi (1396), Varna Muharebesi (1444) ve son olarak da II. Kosova Muharebesi (1448) ile 15. yüzyıl ortalarına kadar devam etti.
II. Kosova Muharebesi’nin kaybedilmesi Balkanlar’da Osmanlılara karşı direnişinin kesin olarak sona ermesine neden oldu. Bölge, bu savaştan 17. yüzyıl sonlarındaki II. Viyana Kuşatması’na kadar, diğer dönemlere oranla göreceli de olsa sakin ve huzurlu bir dönem geçirdi. Bunda o dönemki Osmanlı yöneticilerinin bölgeden yalnızca bir miktar vergi almayı yeterli görmesi ve halkın gelenek, görenek, inanç ve ibadet olarak ifade edebileceğimiz yaşam tarzına karışmaması önemli bir yere sahiptir. Ayrıca, bundan önceki yerel yöneticilerin baskı, zulüm, adaletsizlik ve ağır vergileri altında ezilen bölge halkının Osmanlıların buraya getirdiği barış, huzur, adaleti ve oluşturdukları hoşgörü ortamını beğenmeleri ve benimsemeleri, yarımadada 15. yüzyıl ortalarından başlayıp 17. yüzyıl sonlarına kadar devam eden huzur ve sakinliği açıklamakta kullanılabilir.
II. Viyana Kuşatması'nda Osmanlı ordusunun uğradığı ağır yenilgi hem Osmanlı, hem Avrupalılar, hem de Balkan ulusları için önemli bir dönüm noktası oldu. Avrupalılar artık, Osmanlı yenilmez bir güç olarak görmemeye başladılar.[kaynak belirtilmeli] Aralarında kutsal bir ittifak kurarak Osmanlılara karşı saldırıya geçtiler. Avrupalı müttefiklerle Osmanlı İmparatorluğu arasındaki çok kanlı ve uzun savaşlar (1683-1699), Osmanlı İmparatorluğu tarihindeki ilk aleyhte antlaşması olan 1699 Karlofça Antlaşması'nı imzaladı.
Karlofça Antlaşması sonrası Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopardığı toprak parçalarıyla Balkanlar'a komşu olan Avusturya-Macaristan ve Doğu Avrupa'da Deli Petro tarafından gerçekleştirilen reformlarla büyük bir güç olarak ortaya çıkan Rusya Çarlığı, 18.yüzyıldan itibaren Balkanlar'daki halkları kendi çıkarları doğrultusunda ve Osmanlı İmparatorluğu’nu zayıflatmak amacıyla kışkırtmaya ve ayaklandırmaya başladılar. 18. yüzyılda meydana gelen isyanlar 19. yüzyılda meydana gelen ayaklanmalara nazaran daha küçük çapta ve kısa süreli olmalarına rağmen, 18. yüzyıl isyanlarını, 19. yüzyılda meydana gelecek daha büyük çapta, uzun süreli ve sistematik ayaklanmalara hazırlık niteliğinde görülebilir.
Osmanlı Egemenliği Sonları ve İsyanlar [değiştir]
19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu için ayaklanmalar yüzyılı olarak kabul edilebilir. Özellikle Balkan topraklarında meydana gelen isyanlar, devletin günden güne zayıflamasına ve sonunda parçalanmaya kadar varan bir sürece götürmüştür. 1789'da meydana gelen Fransız İhtilali Avrupa'da eşitlik, adalet, özgürlük, bağımsızlık, anayasacılık vb. birçok yeni düşüncenin ortaya çıkmasına sebep oldu. Ortaya çıkan bu yeni düşünceler kısa sürede, bütün dünyada olduğu gibi Balkanlar’da da hızla yayıldı.
19. yüzyıldaki sistematik ayaklanmalardan önce 18. yüzyılda da Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan gibi bazı Osmanlı Balkan eyaletlerinde daha çok, vergilerin toplanması ve birtakım ekonomik sebeplerden ötürü ufak çaplı köylü ayaklanmaları olmuştu. Ancak ilk büyük ayaklanma 19. yüzyılın hemen başında Sırbistan'da patlak verdi.
Sırpların isyanında; Fransız İhtilali'nin getirdiği milliyetçilik fikirlerinin yanı sıra, büyük devletlerin kışkırtmaları, Sırp topraklarının 18 yüzyıldaki Osmanlı-Avusturya Savaşları sebebiyle harabeye dönmesi, Osmanlı yönetiminin eski gücünde olmaması ve cazibesini yitirmesi, Yeniçeri ileri gelenlerinden bazılarının halka zulmetmesi gibi birtakım sebepler sayılabilir.[kaynak belirtilmeli]
Yeniçeriler 1801 yılında Sırbistan'da, Osmanlı padişahının temsilcisi olan Belgrad paşasını öldürdüler. Bölgede kendilerine karşı koyacak bir güç olmayan yeniçeriler, âdeta bölgeyi keyfî bir askerî yönetimle idare ediyorlardı. Yeniçeriler, birtakım gerekçeler ileri sürerek 72 Sırp ileri gelenini idama mahkûm ettiler.[kaynak belirtilmeli] Bu olay 1804 yılında Sırp halkının, bir domuz tüccarı olan Kara Yorgi'nin başkanlığında ayaklanarak tepki vermesine sebep oldu.
Başlangıçta birtakım haksızlıklara karşı bir tepki olarak başlayan mücadelenin yönü, Sırp kuvvetlerinin İvankovaç Muharebesi, Mişar Muharebesi ve Deligrad Muharebesi'nde Osmanlı kuvvetlerini arka arkaya yenmesi üzerine Kara Yorgi tarafından bağımsızlık olarak değiştirildi. 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı'nın tam bu döneme denk gelmesi de isyanın bir türlü kontrol altına alınamamasına neden oldu. Ancak Osmanlılar 1809'da yaklaşık 20.000 kişilik bir kuvvetle tekrar Sırbistan'a girdi ve Çegar Muharebesi'nde Sırp ordusu isyanın başından beri ilk defa ciddi olarak yenilgiye uğratıldı. Ancak Kara Yorgi Rusların da desteği ile isyanını 1812'ye kadar aralıklarla devam ettirdi. 1812 Bükreş Antlaşması'nda Rusların da baskısıyla Sırplara birtakım haklar verildi. Fakat bu verilen haklardan tatmin olmayan ve yukarıda da açıkladığımız gibi tam bağımsızlığı hedefleyen Kara Yorgi tekrar ayaklandı. Tam bu sırada Napolyon'un Rusya Seferi'ni başlatmasından da faydalanan Osmanlı İmparatorluğu, Ruslardan yardım alma ümidi olmayan Sırplar üzerine bir ordu gönderdi. Osmanlı kuvvetleri karşısında tutunamayan Kara Yorgi yenilerek Avusturya'ya kaçmak zorunda kaldı. Bunun üzerine isyanın liderliğini 3 yıl sonra,1815'de Miloş Obrenoviç aldı. Bu ayaklanmaya müdahale etmesi hâlinde Rusya'nın müdahalesinden çekinen Osmanlı İmparatorluğu, Miloş'la anlaşma yoluna gitti. Onu Sırpların prensi olarak tanıdı ve Sırbistan'a kısmi özerklik verdi.
1817'ye gelindiğinde Sırp isyanı yatışmış gibi görünüyordu. Ama kısa bir süre sonra bu sefer de, imparatorluk içerisindeki başka bir Ortodoks halk olan Rumlar, 1821'de Eflak'ta Aleksandr İpsilanti başkanlığında ayaklandılar. Rumların isyanlarını burada başlatmasının sebebi bölgenin Rusya yakın olması sebebiyle Ruslardan da yardım alacaklarını ummaları ve Eflak halkının da kendilerine destek vereceğini düşünmeleriydi. Ancak Bab-ı Ali tarafından, uzun bir süreden beri bölgeye yönetici olarak atanan Fenerli Rum idarecilerin kötü yönetiminden çok çekmiş olan Eflaklıların isyana destek vermemesi ve İpsilanti'nin çok güvendiği Rus yardımının da bir türlü gelmemesi nedeniyle ayaklanma kısa sürede bastırıldı. Bunun üzerine Avusturya'ya kaçan İpsilanti orada tutuklandı. Romanya'daki ayaklanmanın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Rumlar bu sefer de Mora’da yeni bir isyan başlatarak bağımsız Yunan devletinin kurulduğunu ilan ettiler. Ayaklanma kısa sürede Yunan anakarasının başka yerlerine ve Girit'e de sıçrayarak bölgedeki Türklere karşı bir katliama dönüştü.[kaynak belirtilmeli] Ayrıca, Osmanlı ordusunun kara ve deniz kuvvetlerinin isyanı bastıracak yeterliliğe sahip olmaması ayaklanmanın bir türlü kontrol altına alınamamasına sebep oluyordu. Bunun üzerine Sultan II. Mahmut, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya isyanı bastırması hâlinde Mora valiliği vaadinde bulunarak onun desteğini istedi. Teklife olumlu yanıt verilmesinden sonra, Osmanlı birliklerinin de desteklediği Mısır kuvvetleri, kara ve denizden Mora yarımadasına, Yunanlara karşı saldırıya geçti. Yunanları kısa sürede yenilgiye uğratan Mısır ordusu 1827'de Atina'yı ele geçirerek Yunan hükümetini ortadan kaldırdı. Mısır ordusunun Atina'yı ele geçirip Mora'yı işgal etmesi, başta İngiltere olmak üzere Avrupa başkentlerinde ciddi bir endişeye sebep oldu. Doğu Akdeniz'de, Osmanlı İmparatorluğu gibi güçsüz ve her daim kontrol altında tutabilecekleri bir devletin yerine, ileride ciddi bir rakip olma ihtimali bulunan Mısır'ın bulunması Avrupalılar için kabul edilemez bir durumdu ve Yunan isyanına müdahaleleri için bu bile yeterli bir sebep sayılabilirdi.
Balkanlar’da 19. yüzyılda başlayan isyanlar, etnik karşıtlıklardan kaynaklı çatışmalar sonrasında patlak veren Balkan Savaşları, bölgedeki Osmanlı egemenliğini sarsmıştır. I. Balkan Savaşı’nda çok sayıda cephede, büyük birliklere karşı savaşmak zorunda kalan Osmanlı ordusu, birkaç savaş hariç, geri kalan bütün savaşlardan yenilgiyle ayrılmıştır. Bu savaşlar sonrasında sınırları bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin batı sınırlarının bile gerisine gitmiştir. Akabinde gerçekleşen II. Balkan Savaşı’nda bir nebze dahi olsa toparlanan Osmanlı ordusu, kaybettiği küçük birkaç toprak parçasını ve Edirne’sini geri almıştır.[44]
1878’de dağılmanın eşiğine gelen Osmanlı İmparatorluğu’nun kesin çöküşüne giden yolun dönüm noktası Balkan Harbi oldu. Onun ardından başlayan I. Dünya Savaşı bu süreci tamamladı. Esasen Balkan Harbi, âdeta Avrupa’daki karşıt ittifakların aralarındaki hesaplaşmaya ve paylaşım savaşına hazır olmak amacıyla ürettikleri modern silahların denendiği “kostümlü” bir prova olmuştu. I. Dünya Savaşı’nın halledemediği sorunlar bir şekilde II. Dünya Savaşı ile çözüldü. Tüm bu süreçte 150.000.000’dan fazla insan yaşamını kaybetti.[45]
I. Dünya Savaşı’nda Balkanlar [değiştir]
1912-1913 Balkan Savaşları sonrasında Balkanlar’da yeni devletler tesis edilmeye başlanmıştır. Tam da bu dönemde, 1914’te Saraybosna’da Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’ın öldürülmesi I. Dünya Savaşı’nın patlamasında son sebep olmuştur. Savaş sonrasında Balkanlar’da, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı, Bulgaristan, Yunanistan ve (küçük kısmında) Türkiye devletleri mevcut idi. Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı, bir zaman sonra Yugoslavya Krallığı hâlini almıştır.
II. Dünya Savaşı’nda Balkanlar [değiştir]
Balkanlar’da II. Dünya Savaşı, İtalya’nın “büyük İtalya” topraklarını oluşturma fikri sonucunda giriştiği çalışmalarla başladı. 1939’da Arnavutluk’u ele geçiren İtalya, 1940’ta Yunanistan’a yöneldi. 28 Ekim 1940’ta Yunan-İtalyan Savaşı baş gösterdi. Sonrasında 1941 yılında Almanya orduları, Yugoslavya topraklarına girdi.
Soğuk Savaş Döneminde Balkanlar [değiştir]
Soğuk Savaş döneminde Balkanlar’daki ülkeler, Sovyetler destekli komünist yönetimlerin hâkimiyetinde olmuştur.
Bu dönemde Balkanlar’da komünist-sosyalist idareler altındaki ülkelerde milliyetçilik ortadan kalkmamıştı. 1984 yılında Todor Jivkov’un idaresindeki komünist Bulgaristan’da Türkler üzerine çok sert asimilasyon ve caydırma politikaları uygulanmıştır. O dönemde Bulgaristan nüfusunun çok ciddi bir bölümünü oluşturan Türklere, isim değiştirme, din değiştirme, Türkçe konuşma yasağı, zorunlu göç ettirme, işkence vb. yöntemlerle asimilasyon politikalarına girişilmiştir. Jivkov yönetimine karşı gelen Türkler, işlerini, eğitim haklarını ve hatta yaşamlarını kaybetmişlerdir. Bu dönemde baskılardan kaçmak için çeşitli yollarla Türkiye’ye doğru milyonları oluşturan bir Türk göçü yaşanmıştır. Diğer birçok Balkan ülkesinde olduğu gibi, Bulgaristan’da da camiler kapatılmış, İslami gereklerin yaşanmasına izin verilmemiştir. 1989’da devletin ağır politikalarına karşı koyan Türkler içinde 300.000’in çok üzerinde bir kesim ülkeden sürgün edilmiştir.[46]
Soğuk Savaş döneminde Josip Broz Tito yönetimindeki Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti (1948) ve Arnavutluk (1961) devletleri Sovyetler Birliği ile ayrı düştü. Bulgaristan ile birleşme fikirlerini geri çeviren Yugoslavya yönetimi, kısa bir zaman sonra kurulan Bağlantısızlar Hareketi’ne katılmıştır. Arnavutluk ise Komünist Çin ile kurulan ilişkilerin de etkisiyle dünyadan soyutlanmış, içe kapanık bir ülke hâlini almıştır. Bu dönemde Arnavutluk, Enver Hoca idaresinde katı bir rejim altında olmuştur.
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti de, Soğuk Savaş döneminde ciddi miktarda Türk nüfusu barındıran bir Balkan ülkesi idi. Bu ülkede, özellikle Kosova Özerk Sosyalist Cumhuriyeti, Makedonya Sosyalist Cumhuriyeti ve Sırbistan Sosyalist Cumhuriyeti içindeki Sancak bölgesinde Türkler yaşamaktaydılar. Ayrıca, Kosova Özerk Sosyalist Cumhuriyeti, Makedonya Sosyalist Cumhuriyeti’nde Arnavutlar da önemli bir nüfus oranına sahip idiler. Sosyalist sistemle yönetilen Yugoslavya’da bu iki halk üzerinde çoklukla devletin özel bir dikkati olmuştur. Devletin hakkaniyetle yönetildiği dönemde, dil, eğitim gibi hakları verilen bu halklar, ülkenin bütünlüğünde yer almışlardır. 1990’larla beraber çatırdayıp çöküşe giden Yugoslavya sistemiyle beraber halkların da kısmi tepkileri başlamıştır.
Balkanlar’da her zaman komünizmin dışında kalan iki ülke Türkiye ve Yunanistan olmuştur.
Yugoslavya’nın Dağılması [değiştir]
- 1990 : İllirida Cumhuriyeti[kaynak belirtilmeli] (2 Temmuz 1990)
- 1991 : Slovenya (25 Haziran 1991)
- 1991 : Hırvatistan (25 Haziran 1991)
- 1991 : Makedonya Cumhuriyeti (8 Eylül 1991)
- 1991 : Hersek-Bosna Hırvat Cumhuriyeti (Dayton Anlaşması uyarınca yeniden düzenlenmiştir.) (18 Kasım 1991)
- 1991 : Krayina Sırp Cumhuriyeti (Fırtına Harekâtı sonucunda yıkılmıştır.) (19 Aralık 1991)
- 1992 : Sırp Cumhuriyeti (Dayton Anlaşması uyarınca yeniden düzenlenmiştir.) (28 Şubat 1992)
- 1992 : Bosna-Hersek (6 Nisan 1992)
- 1993 : Batı Bosna Özerk Bölgesi (Fırtına Harekâtı sonucunda yıkılmıştır.) (27 Eylül 1993)
- 1999 : Birleşmiş Milletler himayesi altındaki Kosova (NATO’nun Yugoslavya’yı bombalaması sonucunda kurulmuştur.) (10 Haziran 1999)
- 2006 : Karadağ Cumhuriyeti (3 Haziran 2006)
- 2008 : Kosova Cumhuriyeti (17 Şubat 2008)
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nin dağılma süreci öncelikle ekonomik-politik değişimin başlangıcı ile ilintilidir. Özellikle Yugoslav resmi tezi olan Özyönetim ve bu sayede ileri bir aşamada gerçekleşmesi tasarlanan Marksizm’in ön gördüğü "özgür üreticilerin birliği" fikri, ekonomik sistemin uluslararası sermayeye açılması ile dengesini kaybetmiştir. Yugoslav siyasi yapısının "Özyönetimci Sosyalizm"den "Pazar Sosyalizmi"ne kayışı, coğrafi esasa göre oluşturulmuş Yugoslav özyönetim modelinin neo-liberal politikalar ekseni ile dönüşüm sürecine girmesini ifade etmektedir. Sosyalist federal yapının köşe taşları olan özyönetim birimleri, ekonomi-politik dönüşüm süreci ile birlikte otonom statülere açık özerk birimler durumuna gelmiştir.[47][48]
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, 1990’ların başıyla beraber birçok iç çatışma ve tartışmalara sahne olmuştur. Ülkenin federal yapısındaki dengesizleşme, bu ülkede kendi özerk cumhuriyetlerinde yaşayan halkların seslerini azar azar yükseltmelerine sebebiyet vermiştir. Yugoslavya’nın olumsuz gidişi ve yükselen Sırp milliyetçiliği karşısında diğer halklarda kıpırdanmalar görülmüştür.
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti içinde özerk cumhuriyet liderleri ve yöneticileri arasındaki anlaşmazlıklar, çeşitli bölgelerde küçüklü büyüklü çatışma ve savaşların çıkmasına sebep olmuştur. Bu çatışma ve savaşların sonrasında federal cumhuriyeti oluşturan Slovenya Sosyalist Cumhuriyeti; Hırvatistan Sosyalist Cumhuriyeti; Makedonya Sosyalist Cumhuriyeti ve Bosna-Hersek Sosyalist Cumhuriyeti (1991’den 1995 sürecine dek) bağlı oldukları Yugoslavya federasyon yapısından ayrılıp bağımsız devletler olmuşlardır. Bu ilk ayrılma dalgasında en büyük acıyı nüfusunun büyük kısmı Müslüman olan Bosna-Hersek görmüştür. Eski Yugoslavya Millî Ordusu’nun (JNA) teçhizatıyla donatılmış Sırbistan ordusu ve milis güçlerinin saldırıları ve bunların yanında küçük çaplı Hırvat saldırıları ile Bosna-Hersek, insanlık dışı olaylara sahne olmuştur.
İlk kopuş dalgası sonrasında eski Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti küçülerek Sırbistan-Karadağ adıyla mevcudiyetini sürdürmüştür. Yeni federasyon, Sırbistan ve Karadağ özerk cumhuriyetleri ve Sırbistan’a bağlı Kosova ve Voyvodina özerk bölgelerinin bütünlüğüyle oluşmuştur. Söz konusu devlet de, 3 Haziran 2006’da Karadağ’ın referandum sonucunda bağımsızlık ilan etmesiyle dağılmıştır.
Eski Yugoslavya topraklarındaki son parçalanma ise Kosova Cumhuriyeti’nin Sırbistan’dan kopması ile gerçekleşmiştir.
[değiştir] Transdinyester Savaşı
2 Mart 1992 – 21 Temmuz 1992 tarihleri arasında Transdinyester Cumhuriyet Muhafızları, militan gruplan ve Rusya Federasyonu’nun 14. ordusu tarafından desteklenen Kazak Birlikleri ile Moldova polisi ve askerleri arasında kısa süren ve limitli savaş sürecidir.
21 Temmuz 1992 tarihinde taraflar arasında ateşkes ilan edilmiş ve bugüne kadar her iki taraf da ateşkes kararına uymuştur. Ancak durum hassasiyetini korumaktadır ve gerginlikler yaşanma potansiyeli devam etmektedir. Çünkü Moldova tarafının bölgedeki Rus askerlerinin çekilmesi için Avrupa ve dünya kamuoyunda defalarca üstelemiş ancak istediği sonucu alamamıştır. Ateşkes ilanından beri Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı himayesinde taraflar arasındaki görüşmeler devam etmektedir.
1998-1999 Kosova Savaşı [değiştir]
1998-1999 Kosova Savaşı, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti ordusunun, bağımsızlık isteyen Kosova Kurtuluş Ordusu’na ve bu örgüt yanında yer alan milis güçlerine karşı yürüttüğü operasyona karşı NATO, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ndeki bazı stratejik, askerî mevzilere ve ordu birliklerine karşı askerî müdahalede bulunmuştur.
Kosovalı Müslümanlara (Arnavut, Türk vb.) yapılan baskının devam etmesi üzerine, NATO, Kosova ve Sırbistan'da bulunan hedeflere Mart 1999 tarihinde hava operasyonlarına başladı.
Aynı zamanda, Kosovalılara karşı, Sırp güçleri tarafından etnik temizliğe başlandı. Yüz binlerce mülteci Arnavutluk, Makedonya, Türkiye ve Karadağ'a kaçmaya başladı. Uluslararası Lahey Adalet Divanı araştırmalarında en az 2.000 cesede ulaştığını açıkladı.
11 haftalık NATO bombardımanından sonra, Miloşeviç birliklerini ve polislerini geri çekmeye zorlandı. 750.000 Kosovalı mülteci evlerine geri döndü. Bu bölgedeki Sırp nüfusun yarısına tekabül eden 100.000 Sırp evlerini terk etti. Birleşmiş Milletler, Kosova'nın bağımsızlık ya da Sırp egemenliğinden birine dönene kadar bölgeyi kontrolü altına aldı.
Mayıs 1999 tarihinde, bombalama hâlâ devam ediyordu. Miloşeviç, insanlığa karşı suç işlediği için Uluslararası Lahey Adalet Divanı'na verilen görev başındaki ilk devlet başkanı oldu.
Balkanlar’ın Bugünü [değiştir]
20. yüzyılda Balkanlar’daki devletlerin gelişimleri kısım kısım farklı bir süreç izlemiştir. Yunanistan, 1952’den beri NATO’nun ve 1981’den beri de Avrupa Birliği’nin üyesidir. Yunanistan ayrıca, Eurozone ve Batı Avrupa Birliği’nin de üyesidir. Slovenya 2004’ten beri Avrupa Birliği’ne üyedir. Bulgaristan ve Romanya da 2007’de Avrupa Birliği bünyesine katılmışlardır. Türkiye, 1963’te Avrupa Birliği üyeliği için başvurmuş, 2005’te de üyelik görüşmelerine başlama hakkı elde etmiştir. Hırvatistan ve Makedonya, 2005 yılında Avrupa Birliği üyeliğine adaylık statüsü kazanmıştır. Karadağ ve Sırbistan da Avrupa Birliği üyeliği konusunda girişimleri olan diğer Balkan ülkelerinden biridir.
Genel olarak Balkanlar’da, devlet yönetimlerinin niyetleri Avrupa Birliği’nden yana imiş gibi görünmektedir.
17 Ekim 2007 tarihinde Hırvatistan, 2008-2009 süreci için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine kabul edilmiştir.
2004 yılında Bulgaristan, Romanya ve Slovenya devletleri NATO’ya üye olmuşlardır.
2006 yılında Karadağ, Sırbistan-Karadağ federasyonundan ayrılmıştır. Bu ayrılık, birçok dünya devletinde Balkanlar’da yeni siyasi ve sosyal sıkıntıların sebebi olarak düşünülmüş olsa da herhangi bir sıkıntı yaratmamıştır.
Kosova, 17 Şubat 2008 tarihinde tek taraflı olarak Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan etmiştir.
Arnavutluk ve Hırvatistan, 1 Nisan 2009 tarihinde NATO’ya katılmışlardır.
Balkanlar’ın 19. yüzyıldaki son dalgalanmalar devrine girmesi, 1. ve 2. Balkan Savaşları’nı hazırlamış ve bu savaşlar sonucunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği ortadan kalkmış, Balkanlar için günümüze dek süren gelişmeler yaşanmıştır. Bu süreçlerde en büyük zararlardan birini Balkan Türkleri yaşamışlardır. Balkan Savaşları’nın 100 yılı civarında, Balkanlar’daki Türk nüfusu çok ciddi bir kayba uğramış, Türkleri azınlık hâline getiren süreçler yaşanmıştır. Bugün Türkler Balkanlar’da (Türkiye toprakları hariç tutulursa); Sırbistan’da % 0,2; Kosova’da %4,5[49][50]; Makedonya’da %3,9[51]; Yunanistan’da (Batı Trakya ve Ege Adaları’nda) % 3-4; Bulgaristan’da alt sınır olarak % 9,5[52][53]; Balkanlar’ın uçlarındaki Romanya’da (Tatar Türkleriyle beraber) % 3; Moldova’da %4,4[54] civarlarında bir nüfus oranlarındadırlar.
Osmanlı devrinde birçok bölgede nüfus oranı olarak üstün olan Türk nüfusu, 1912 yılı civarıyla beraber hızla Türkiye’ye akmıştır.[kaynak belirtilmeli]Bosna Hersek, Osmanlı Devleti’nden 19. yüzyıl sonlarında ani bir ilhakla koparılıp Avusturya-Macaristan’a dâhil edilmişti. Bu süreçten günümüze dek Bosna Hersek ve Boşnaklar, oturmuş bir sisteme ve düzene sahip olamamışlardır. Son Yugoslavya savaşındaki katliamların yaralarını bugün bile sarmaya çalışan ülke, yasal olarak iki; fiilen üç parçalı bir idari yapıdadır.
Sırbistan, Yugoslavya kurulana dek, Osmanlı devrinden beri büyüyegelen bir yapı arz etmişti. Yugoslavya’nın parçalanması ile yaşanan süreçler sonucunda kendi içinde yaşanan son çatışmalar ve savaşlarla şu an, en küçük sınırlarına yaklaşmıştır. Kuzeyindeki Voyvodina adlı özerk bölge de bağımsızlığa kavuşur ise, Sırbistan tarihinin en küçük sınırlarına ulaşmış olacaktır.
Karadağ, Yugoslavya’nın parçalanması akabinde Sırbistan ile hareket etmişti. Son süreçte bağımsızlığına kavuşarak yeni bir devlet oldu. Hâlihazırda, ülke olarak oturma evresindedir.
Son bağımsız ülke Kosova Cumhuriyeti, dünya siyaset arenasında lobiler arası çalışmalarla kalıcı bir konum elde etme çabasındadır. Bu son süreçte Sırbistan ve onun ardındaki Ortodoks camia ile Batı dünyası ve Türkiye, iki ayrı kutup gibidirler.
Yunanistan, kuzeybatı kısımlarındaki Arnavut azınlık ve kuzeydoğusuyla adalarındaki Türk azınlık ile, kuruluşundan itibaren mücadele içindedir. Kuruluşundan itibaren Türkleri sürekli kontrol altında tutmakta ve anayasal olarak da kabul etmemektedir (Türk yerine Müslüman Helen tabiri). Ülkedeki çeşitli olumsuz politik çalışmalar yurt dışına göçe sebep olmuş, Yunanistan’daki Türk nüfusu azalmıştır. Aynı şekilde, Kuzeybatıda Arnavutluk sınırlarındaki Arnavut nüfus konusunda da bazı politik sıkıntılar vardır.
Bulgaristan, 1980’lerde ülkede azımsanmayacak bir nüfus oranına sahip Türklerle şiddet, asimilasyon gibi yöntemlerle uğraşmış, bu nüfusun haklardan mahrumiyetine veya göç etmesine (Türkiye’ye) sebep olmuştur. Avrupa Birliği tam üyeliği gibi 2000’li yılların süreciyle beraber, ülkedeki Türk nüfus biraz rahatlamış gibidir.